İnsanlık tarihi çoğu zaman yaşanması hiç arzulanmayan gerçekliklerle doludur. 11 Eylül Olayları, Srebrenitsa Katliamı, 2. Dünya Savaşı ve en yakın zamanda şahit olduğumuz Filistin-İsrail Savaşı bunlardan sadece bir kaçıdır. Hafızamızdan silmek istediğimiz o olaylardan biri de 1968 Prag Baharı ardından yaşanan Sovyet Rusya’nın Çekoslavakya’yı işgalidir.
Liberalleşmeye çalışan Çekoslovakya, Sovyetler Birliğinin dikkatini çekti. 1968’lerin başında ülkenin yönetimine geçen Alexander Dubçex, reformlarıyla Moskova yönetimini rahatsız ederken, Ağustos 1968’de Sovyet Rusya Prag’ı işgal etti. Prag Baharının çalkantıları içinde yazar Milan Kundera ve ölümsüz eseri “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” bu yazımızın konusu.
Çek asıllı muhalif yazar Kundera, romanında; ağırlık ve hafiflik, varoluşçuluk, geleneksellik, kadın ve erkek ilişkilerinin dinamiği, geleneksel aile bağlarının iticiliği, siyasetin insan ilişkilerindeki etkilerini felsefe yönünden irdeleyerek romanını kaleme almıştır.
Romanda dört ana karakterden bahsedilmiştir; Tomas, Tereza, Sabina ve Franz.
Tomas, ilişkilerde köklenmeye karşı cerrah karakteridir ve romanda; bağımsızlığını paylaşmamak onun alameti farikasıdır.
Tereza, annesiyle aşırı bağlılık problemlerini aşamayan ve bunu karşılık sığınacak liman bulup, eksikliğini kapatmaya çalışan taşralı kadın karakteridir.
Sabina, döneminde reddedilen aykırı ressam rolünde olup, romandaki Tomas karakterinin dişil yansımasıdır. Onun bireysel yalnızlığından aldığı keyif yaşadığı tüm insani ilişkilerin üstündedir sanki. Franz ile olan çalkantılı ilişkisi de bize bunu yansıtır.
Franz ise evlilik ile evliliğin getirilerinin arasına sıkışmış; çıkar çatışmasının arasından çıkmaya çalışırken özgürlüğün ortasında yapayalnız kalmış, Sabina’nın sevgilisi rolündedir.
Kundera; iyi ve kötü açmazı, bağlanmak ve bağımsızlık, sadakat ve aldatmak nihayetinde ağırlık ve hafiflik gibi karşıt temaları psikoloji, siyaset ve felsefe yönünden bu dört karakterle irdeliyor.
Benim en ilgimi çeken konulardan biri de; yazarın toplum tarafından hoş karşılanmayan ya da sistem tarafından onaylanmayan durumları anlatırken eleştiri yapmadan, yadsımadan, olayları dümdüz anlatıyor olmasıdır.
İçiçe geçen sınavlarımızda hayat prensiplerimizin nasıl sakince evrildiğini bize usul usul resmediyor yazar. Hayattan beklentilerimizin zaman, mekan ve şartlar içinde değiştiğini izliyoruz romanında. Bazen de Sovyet Rusya günlerindeki gibi karanlık günlerde, aldığımız kararların arkasında nasıl da dik durmamız gerektiğini, her olumsuzluğa rağmen ciddiyetle vurguluyor. Aslında yazar; gözümüzün içine baka baka düzene başkaldırıyor.
Romanı okurken her satırda adete, çelişkiler yumağını çözümlüyoruz. Ana karakter Tomas; romanda kadın-erkek ilişkileri bazında hafifliği seçiyor. Diğer yandan sisteme başkaldırırken ağırlığı kabul ediyor. Tereza ise anne-kız ilişkilerinde ağırlığı temsil ederken, Tomas’ı terk edecek kadar gelişip hafifliğe yönelebiliyor.
Son olarak; Kundera aslında hayatta tek doğru ve yanlış olmadığı gibi, bir düzlemde ağırlık ve hafifliğin mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyor. Değişim ve dönüşümün hayatın içinde peşi sıra bizi kovaladığını, öğretilen, dayatılan ve planlanan hayatlarımızda öngörülmez ters-yüzlerin bizleri nasıl bulduğunu, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’inde böyle kurguluyor.
Yeni yazılarımızda sizleri aramızda görmekten mutluluk duyacağımızı söyleyerek yazımızı sonlandırıyoruz.
Bir yanıt yazın